Uyanan Pamuk Prenses, Peki Ya Biz?
Sarsıldı gece, sabahın gürültüsüyle. Pamuk Prenses artık uyanmıştı. Bin yıllık savaş çanlarının susma vaktiydi. Kehanetler bunu emrediyordu ve dünya bunu beklemekteydi. Göğü saran lanetli sis kokusu, soğukluğunu hissedeceği bir meltemle solacaktı. Pamuk Prenses’in gözlerinden bir huzur dünyaya doğacak ve prensesin kanıyla sulanacaktı huzur tarlası…
Beklenen olmadı. Pamuk Prenses’in gözyaşlarıyla göğü saran sisler karanlık ruhlara bezendi. Ve hıçkırıklarıyla göğü yırtan cehennem alevleri yeryüzünün kıyametiydi. Onca sene beklenen tek umut, umutsuzluk ve acı kusuyordu. Söylentilere göre prenses geri dönecek hapsedildiği rüyadan ve dünyayı kurtaracaktı. Kutsal yazıtların ihanetiydi bu şimdi, dünyaya.
Karanlık ruhlar, yeryüzünün sahip olduğu mavilikleri yok edecek güce gelmişti. Denizlerin üzerine bir örtü gibi fırtınalar seriliyor, solgun çiçeklerse anı defterlerindeki fotoğraf karelerine terk ediliyordu. Binlerce insan, kendilerinden önceki binler gibi ölüme kollarını açıp beklemeye başladı. Görülen manzara karşısında yapabilecek pek bir şey yoktu aslında. Atalarından bir farkları var mıydı ki dünya onlara güzel bir son hazırlasın. Hem zaten dünya kendine dahi rol verememiş bu senaryoda.
Yazıtlarda yeni umutlar arıyordu birileri… “Hayır, geçmiş bize yalan bırakmış olamaz. Bir şeyleri yanlış yapıyoruz.” Belki de… Geçmiş bugüne kadar onlara yalan söylememişti. Tüm karanlık senaryolar gerçeklikle sonlanmış ve bunlar olurken gördükleri kısa süreli aydınlıklar geçmişin kehanetiydi.
“…o gün geldiğinde herkes atalarının izinden gidecek… Güneş batıdan doğuya dünya topraklarını siyaha boyadığında, cehennem ruhları tüm güzellikleri soldurduğunda herkes sözlerimizde umut arayacak ve yanlış dizelerde bizi bulacak. ”
Kutsal sözler… Acaba çözüm olacak mıydı? Prenses yüzlerce yıllık uykusundan uyanmışsa ve geçmişe ait sırları biliyorsa neden hala çözüm üretmiyordu ki? Neden karanlıkla anlaşma yapmış gibiydi? Etrafına örülü sarmaşık dikenlerinden suru aşabilseler belki de öğreneceklerdi… Doğanın gücü karşısında dünyanın acziyeti… Ne müthiş bir drama… Lordum, artık gün ışığına hasret dünyana huzur gelmeyecek mi? Batıdan doğuya hayat verdiğin her ruh korkunun ellerinde sana isyankâr. N’olur sırlarında gizlediklerini şimdi kalplere sun…
“… peri kızını uyandırdı. Huzurun alacakaranlığı başladı ve uzun bir süre devam edecek. İsyan alevleriyle yanan her bir ruh ölümü tadacak ve her beklenti peri kızının gözleriyle süslenecek. Ama yanılıyorlar. Gerçekte o gözler…” Kutsal sözler yarım bırakılmıştı.
Yıllardan örülü bir demet kader oyunundan sonra, dünya anlayamadığı kutsal sözlere ihanetiyle yok oldu… Prensesin gözyaşları ve hıçkırıkları hala evrende bir yerlerde…
“Gerçekte o gözler…” demişti yazıtlar. Gerçekte o gözler, binlerin birleşerek karanlığa karşı çıkışıyla gülecekti. Prenses, insanlığın ona kurtarıcı rolü yüklediği ve kendisinin aslında güçsüz olduğu gerçeğini kabullendiği için, dünyaya hayal kırıklığı olarak uyandığı için ağlıyordu. Gerçek güç karanlığa teslimiyeti kabullenmiş ruhların gülüşlerindeydi…
Kategoriler: Düşün Dünyası